http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/717342/Milliyetcilik__cemaatcilik_ve_kadin.html#
Hayatımın en şaşırtıcı, ama aynı zamanda en heyecan verici davetlerinden birine cumartesi günü icabet ettim. Türk Ocakları İstanbul Şubesi Gençlik Kolu’nun benden bir ders talebini karşılamak; popüler kültür, dijital çağ, yeni medya başlıklarının altını özellikle Türkiye bağlamında doldurmak üzere Ocağın Çemberlitaş’taki konferans salonundaydım.
Bir tatil gününün ortasında saat 12’de gayet ciddi ve istikrarlı bir dinleyici grubunun önünde anlattım da anlattım: Folk kültür, popüler kültür, kitle kültürü… Sözlü kültür, yazılı kültür, görsel kültür… Masallar, romanlar, diziler… Kapitalizm, sosyalizm, küreselleşme… Comte, Marx, Baudrillard… Homeros galaksisi, Gutenberg galaksisi, Bill-Gates galaksisi…
***
Türk Ocakları’nın tarihsel önemi malûm: Türk ulus-devletine beşiklik yapmıştır onlar. Diğer bir deyişle Türk Ocakları, Cumhuriyet’in içinde piştiği “ocak”tır.
Bu nedenle de en bitimsiz tartışmalardan biri, 1912’de açılmış Türk Ocakları’nın Cumhuriyet kurulduktan sonra 1932’de kapatılması olayıdır.
Bu konuyu tabii derste konuşmadık ama sonrasında beni davet eden gençlerle sohbet ederken tartıştık.
Bilindiği üzere Türk Ocakları kapatılıp yerine Halkevleri açılırken temel motivasyon, Ocakların devletin Türkleşmesi yolunda harcadığı çabanın ve yaptığı katkının tamamına erdiği, bir “milli devlet”in kurulduğu ve artık toplumun Türkleşmesi (“millet”leşmesi) yolunda daha dinamik bir girişim gerektiğidir. Tabii burada Halk Partisi ile doğrudan bağlantılı şekilde Halkevleri’nin önü açılmıştır.
***
Bunları konuşurken Ocaklı genç arkadaşlardan birinin söyledikleri üzerinden öne çıkan bazı görüşler, bu yazıyı yazmamın birinci vesilesi oldu.
Mealen şunlar dillendirildi: Aslında Türk Ocakları kapanınca sonraki yıllarda doğuş bulan “sivil” Türk milliyetçiliği, yani MHP ve ülkücü hareket, çok önemli bir edebî, entelektüel ve (şehirliburjuva kültür anlamında) “medenî” bir kaynak ya da dayanağı kaybetti. İlk ortaya çıkışından bugüne o Türk milliyetçiliğine parti (MHP) bazında da, gençlik hareketi (ülkücülük) bazında da genelde “cemaatçi” bir kültürün hâkim olduğunu görürsünüz.
Böylece herkesin birbirine benzediği, “mekanik dayanışma” esasına dayalı cemaat toplumsallığı (“gemeinschaft”), aslında modern bir ideoloji olan milliyetçiliğin başat unsuru durumuna geldi. O yüzden ne bireyleşme, ne bireysel inisiyatif, ne eleştirellik, ne parti-içi demokrasi, ne de “kadın temsili” serpilebildi, gelişebildi, yaygınlaşabildi bu milliyetçi siyaset bünyesinde…
Hâlbuki Türk Ocakları, Yusuf Akçura gibi burjuva kökenli-kültürlü Türkçülerden beslenerek kurumlaşmıştı. Dolayısıyla onlar eğer kapatılmayıp süreklilik arz edebilseydiler, Türk milliyetçiliğinin bu cemaatçilikten sıyrılmasında etkin rol oynayabilirlerdi. Modern toplumsallığın (“gesellschaft”) gerektirdiği tarzda, gerçek anlamda “sivil” bir milliyetçiliğin önünün açılmasına katkı yapabilirlerdi.
***
Hiç kuşkusuz bu yaklaşım da tartışmaya açıktır. Ancak konuştuklarımızı bana dün sabah sıcağı sıcağına hatırlatan bir haber düştü basına ki o da bu yazıyı yazmama ikinci vesiledir.
MHP eski milletvekili ve genel başkan adayı Meral Akşener, referanduma ilişkin konuşmak üzere gittiği Bolu’da çirkin mi çirkin bir cinsiyetçi saldırıya maruz kalmış.
Bahçeli-yanlısı 100 kişilik bir MHP’li grubu, Akşener’e kadın ayakkabıları ve etekleri fırlatmış!..
Tabii Akşener tokat gibi muazzam bir yanıt vermiş bu zavallı, çağdışı ve “cemaatçi” saldırıya:
“Annesi, ablası, kız kardeşinin eteğini o çocukların eline verenler, size hiçbir şey söylemiyorum. Size bu talimatı verenlere yazıklar olsun! Evet, ben eteklik giyiyorum. Ben kadınım, kadın! Utanın!..”
***
Yukarıda Türk Ocağı’ndaki izlenimlerime dair aktarılanları bu haberle ilişkilendirince ortaya çıkan sonuç şu gibi göründü bana:
MHP ve Türk milliyetçi hareketinin bir “kırılma” şeklinde önünde duran asıl mesele, referandumda evet mi hayır mı meselesi değil.
Milliyetçilik bağlamında cemaatçilik mi, “medenîlik” mi meselesi…