Türk Ocağı, Türk Yurdu

Bu yıl hem Türk Ocakları'nın hem de Türk Yurdu dergisinin 100. yılını kutluyoruz.

Bu topraklar üzerinde bin yıldır yaşayan bir halkın millet kimliğinin oluşum sürecinin, bir bilince taşınması kolay değildir.

1912'de Türk Ocağı'nı kuranlar, büyük bir imparatorluğun çöküş sürecinin travmalarını bu bilinçle aşmaya çalışırken, yeni bir çağın içinde var oluşun fikir temellerini oluşturmak için örgütlü bir çabayı da ortaya koydular. 

Geçtiğimiz pazar akşamı Sayın Cumhurbaşkanımız'ın da katıldığı bir törenle Türk Ocakları Genel Merkezi 100. yılını kutlama etkinliklerinden birini gerçekleştirdi. 

Bir Türk Ocaklı olan Sayın Cumhurbaşkanı gecede yaptığı konuşmada, Türk Ocakları'nı ve misyonunu bir tarih bilinci içerisinde ortaya koyarken, geleceğe dönük sorunlara da nasıl yaklaşılması gerektiğine dair bir tutumu belirlemiş oldu. 

Milletin önceliği 

Günümüzde, çoğu kez milliyetçiliğin etnik ayrımcılıkla, ırkçılıkla, otoriter siyasal doktrinlerle, genellikle cehaletten dolayı, karıştırılması sıkça rastlanan bir durumdur. 

Milletleşme olayının modern bir süreç olduğu
 bilinmeden, milleti bir etnik kimlikle özdeş gören yaklaşımların bu tür yanlış yorumlarını bir tarafa bırakarak, Türkiye'deki milletleşme sürecini, milliyetçilik fikrini ve Türk Ocakları'nı anlamak mümkün değildir. 

Modern anlamda millet, büyük bir imparatorluk geleneği içerisinde çok farklı köklerden gelen veya akraba olan toplulukları, etnik kimlikleri dönüştürerek ortak bir kültür etrafında, dünyayı belli bir tarzda anlayan, ortak hayat tarzına sahip bir toplum halinde yaşatma sürecidir. 

Selçuklu ve Osmanlı geleneğimizin milletleşme sürecimizdeki tarihsel rolü bu bakımdan önemlidir ve bu birikim olmadan bugün Anadolu'da yaşayan Türk kimliği kavramını anlamak kolay olmayacaktır. 

Milliyetçilik fikri, bu birikimin bilinciyle imparatorluktan milli devlete geçişin temellerini atmıştır. 

Milliyetçilik hareketleri, 19. yüzyılın başında milli devletlerin kuruluş sürecini hazırlayan şartlardan biri olduğu gibi, aynı zamanda modernleşme sürecinin dinamiklerinden birisidir de. 

Sanayileşmenin Batı toplumlarında yarattığı üstün ekonomik gücün, Batı dışı ülkelerde sömürgecilik ve benzeri bağımlılık ilişkileri yarattığı düşünüldüğünde, bu toplumların milliyetçiliklerinin anti sömürgeci ve aynı zamanda antiemperyalist bir niteliğe dönüşmesi tarihsel bir olgudur. 

Bunun içindir ki, Çanakkale de Mili Mücadele de Batı sömürgeciliğine ve emperyalizmine karşı Türk milliyetçiliğinin zaferlerini temsil etmektedir. 

Devlet ve Batıcılık 

Türk milliyetçiliğinin olduğu gibi, diğer Batı dışı milliyetçilik hareketlerinin karşılaştıkları en büyük tehlike,Batılılaşma ideolojisiyle eklemleşerek deformasyona uğrayıp devletçiliğe kaymalarıdır.

Bu süreç milliyetçiliği, toplumsal temel olarak milletten uzaklaştırıp devletçiliğe dönüştürürken, devletin de bürokratize olmasına yol açmıştır. 

İşte tam da burada, Türk Ocakları'nın neden kapatılıp, halkevlerinin kurulduğunu anlamak durumundayız.Bürokratize olan devlet, milliyetçilerin ocağını kapatmıştır. 

Rahmetli Erol Güngör Hocam, milliyetçiliğin demokrasiye giden bir siyasal akım olduğunu söylerken, devletçiliğin de kaçınılmaz olarak kendi halkına yabancılaşmış, Batı kültürünü kendi halkına zorla kabul ettirmeye çalışan ancak sömürge yönetimlerinde görülebilecek bir uygulamayı kendi halkına uygulayan, elitist, anti demokrat bir siyasal düzen olarak nitelendirmekte haklıdır. 

Türk Ocağı binasının devletleştirilerek el konması bu anlayışın pratiğidir. Şimdi Türkiye'de demokratikleşme sürecinde milletin malını geri verme zamanıdır.