2018'deki yapılan seçimde Milliyetçiler bakımından son derece önemli olan hususlar hakkındaki değerlendirmem.
YENİ DÖNEM SEÇİMİ
Dr. Cezmi Bayram
16 Nisan “halk oylaması” ile getirilen yeni sistemin ilk seçimi yapıldı. Gelişmiş demokrasilerin bulunduğu ülkelerle kıyaslanmayacak nispette yüksek katılım oldu. Seçim kampanyası sırasında, liderler karşılıklı çok hakâretâmız sözler söylese de, tahrik edici olsalar da, milletin sağduyusu büyük olaylar yaşanmasını önledi. Olağanüstü hâlin devamı, terörle mücadele tavizsiz tutum seçmenin vatandaşlık hakkını yüksek oranda kullanmasını engellemedi. Neticede, halk oylamasında , “Başkanlık sistemi”nden yana tavır alanlar, getirdikleri sisteme sahip çıktılar ve “Cumhur ittifakı” seçimi kazandı.
Aslında, iktidarın yıpranmışlığı, iktisadî hayatta kötüye gidiş işaretleri, seçim haftasında “patates”, “soğan” buhranı bile seçmeni etkilemedi. Kuvvetler ayrılığının ortadan kalktığı, adalet sisteminin siyasileştiği iddiaları; Türkiye’nin geleceği ile ilgili en önemli husus olan gençlerimizin yetiştirilmesi ile vazifeli ve sorumlu ilkokuldan üniversiteye eğitim sistemimizdeki kalite kaybı bile, bölgemiz haritasında meydana getirilmeye çalışılan değişikliklerin Türkiye için de bir “bekâ” meselesi olduğu gerçeği yanında ilgi görmedi.
Araştırma şirketlerinin tamamı şu veya bu şekilde yanıldı. Siyaset mühendislikleri itibar görmedi. Ancak bilgisayarla programlanmış gibi bir sonuç ortaya çıktı. Milletimizin feraseti bir kere daha tescillendi.
Kısa fırça darbeleri ile yapılan bu kısa tespitler, aslında meselenin çok daha derin tahlil edilmesi hakikatini ortaya koymaktadır. Bunun için sadece seçim süresince söylenen ve yapılanları değil, özellikle AK Parti’nin önceki seçimden ve özellikle halk oylamasından sonraki faaliyetlerini ve diğer partilerin tavrını dikkate alarak değerlendirmeye başlamak gerekir.
Elbette, AK Parti’nin iktidar olma avantajını, sürekli yarın seçim olacakmış gibi değerlendirdiği gerçektir. Mahalle teşkilatlarına kadar bütün organlarını sürekli teyakkuzda tutmuştur. Ayni zamanda normal parti kongrelerinin her birini, ilçeler dahil, henüz ortada bir erken seçim kararı yok iken, birer seçim mitingi gibi geçirmesi, kendi taraftarlarını daima diri tutması tavrı; buna karşılık ana muhalefet partisinin parti içi çekişmeleri son ana kadar devam ettirmesi, genel kongrede rakip olduğu için zaten partilileri tarafından yıpratılmış birini son anda aday çıkarması; netice üzerinde müessir olmuştur.
Ancak mesele bu kadar basit de değildir.
Seçime iki ittifak ve bir de müstakilen HDP girmiştir. Bunlardan biri, Ak parti ve MHP’nin teşkil ettiği ve BBP’nin de dahil olduğu “Cumhur İttifakı”dır. Diğeri CHP, İYİ Parti ve SP nin meydana getirdiği “Millet İttifakı”dır.
Cumhur ittifakı’nın beyanı nettir: Türkiye’nin etrafındaki bölge üzerinde emperyalist devletler yeni menfaat paylaşımına gitmektedirler. Birinci Cihan Harbi sonunda bölgede suni olarak meydana getirilen düzen; eksik bırakılanlar, özellikle “Kürt Devleti” kurulması ve böylece İsrail’in güvenliğini teminat almak hususunu hayata geçirmek bakımından, yeniden tanzim edilecektir. Başlangıçta Türk Devletini idare edenler fark edemese de, Büyük Ortadoğu siyasetinin, Arap Baharı’nın hedefi budur. Bu Türkiye için önemli tehdit oluşturmaktadır. Fırat Kalkanı harekâtı, Zeytin Dalı Harekâtı, bu bekamıza yönelen tehdidi önlemeye yöneliktir. Bu husus, milletimiz tarafından iyi anlaşılmıştır. Afrin’e giden erin “nereye” sorusuna verdiği “Kızıl Elma”ya cevabının milletimizde büyük heyecan uyandırması, ortaya çıkan bu heyecan dalgasının özellikle Cumhurbaşkanı tarafından değişik vesile ve fırsatta değerlendirilmesi ve daima diri tutulması bekâ hususunun, insanların şahsî hayatını ilgilendiren olumsuzluklardan daha önemli sayılmasını temin etmiştir. Böylece, Cumhurbaşkanı’na ve iktidara yönelen tenkitler ve vatandaşın şikâyetleri tercihini etkilememiş, ehem -mühim mukayesesi ağır basmıştır.
Daha önemlisi, bu ittifakı meydana getirenlerin geçmişteki beraberliklerinin nasıl başarı getirdiği henüz hafızalardadır. Millî Mücadele’de Türkçü Hamdullah Suphi’nin İstiklâl Marşını İslâmcı Mehmet Âkif’e yazdırmasının ortaya koyduğu ruh ve mâna, meydana getirdiği enerji başarıyı getirmiştir. Ayni şekilde, yakın tarihimizde çokça şikâyet edilen koalisyonlar döneminde teşkil edilen Milliyetçi Cephe hükümetlerinin büyük başarısı da hatırlardadır. Mısır seferinin hatırası Mukaddes Emanetler dairesinde 24 saat Kuran-ı Kerim okunması, İstanbul’un Fethinin sembolü Ayasofya’da ezan okunması, bir bölümünde, kenardaki mescid de de olsa namaz kılınması, bu dönemin hizmetidir. Türk Müziğinin mektebe kavuşması, Türk Müziği Konservatuvarın açılması, Senfoni orkestrası yanında, Devlet Türk Müziği korosu kurulması da bu dönemde olmuştur. Eğitim müfredatında en ciddî değişiklikler de, Felsefe kitabında islâm felsefesinin, Kelâm konusunun yer alması bu koalisyonların eseridir. En önemlisi, bu günkü iktidar dahil, 1980’den sonra gelen iktidarlar bürokrasideki tayinlerde sıkıntı çekmediyse ve özellikle Millî Eğitim’in Marksistlerin tasallutundan kurtulmasının neticesidir ve elbette bu da MC lerin başarısıdır.
Bu sebeble, fazla bir yekûn tutmayan “siyâsî islâmcı” kadrolar hariç, bu ittifakı teşkil edenlerin ortak yönlerinin fazlalığı bu birlikteliğin bekâ meselesi bakımından daha güvenilir yapmıştır. Geçmişte “Kürt açılımı” diyerek millî bütünlüğümüz bakımından çok önemli ve ciddî bir hatâ yapan Ak Parti’nin, bu defa Türkiye’nin bütünlüğü açısından istikrarlı ve kararlı bir şekilde mücadele verdiği ve “Kürt oyları” sopasıyla caydırma gayretlerine rağmen MHP ile beraber devam konusunda Cumhurbaşkanın samimi tavrı milliyetçilerin kendisine oy vermesinde etkili olmuştur.
Ayrıca, geçen on beş yılda, bâzı hususlarda tenkit edilse bile bayındırlık alanındaki göz kamaştırıcı hizmetler, sağlıkta sağlanan nispî iyileşmeler yanında; resim net olarak milletin önüne konmasa da; 2023,2053 ve 2071 gibi millet nezdinde çağrışımları büyük hedeflerin işaret edilmesi devam kararında önemli rol oynamıştır.
Dünya’da popülist ve güçlü liderlerin öne çıkması gerçeği de özellikle Ak parti tarafından iyi okunmuş ve değerlendirilmiş, “Büyük Türkiye Güçlü Lider İster” sloganı seçmende kabul görmüştür. Burada, Cumhurbaşkanına karşı milletimizin müsamahalı tavrı da dikkat çekicidir. Diğer liderlerin geçmiş hataları sürekli önlerine konulurken, hattâ CHP hâlâ 1930 lardaki uygulamalar sebebiyle tenkit edilirken Milletimiz Cumhurbaşkanının hep en son söylediği ve yaptığını esas kabul etmekte, bununla tezat teşkil eden geçmiş tutumlara itibar edilmemektedir. Siyaset psikologlarının araştırması gereken bu durum, alternatif olma iddiasında olan siyasiler için de dikkate alınması gereken bir haldir. Herhalde milletimizin Cumhurbaşkanını samimi ve kendinden saymaktadır. Başarıda bunun da etkisi vardır.
Buna karşılık, millet itifakını teşkil eden partiler fikir ve görüş bakımından birbine pek yakın sayılmamıştır. Bırakınız diğer partileri, CHP bile yeknesaklık göstermemektedir. Bir araya gelmenin temel gerekçesi net ifade edilememiş,”bekâ” meselesi varsa, daha fazla demokrasi veya parlamenter sisten veya kuvvetler ayrılığı gibi hususların milletçe önemi olmadığı idrak edilmemiştir. Burada Ak Parti’nin daha evvel Kemalistlerin kendisine karşı kullandığı “söz konusu vatansa gerisi teferruattır” klişesini kuvvetle vurgulaması, bu ittifakın ortak noktalarını etkisiz kılmıştır. Çünkü milletimiz geçmiş tarihî tecrübesi ve engin ferasetiyle bilmektedir ki, önce devletin yaşaması lâzımdır. Türkiye Devletinin yaşaması, bayrağının dalgalanması, ocağının tütmesi hem Türk âlemi, hem islâm âlemi ve hem de insanlık için bir ümit, bağımsız ve haysiyetli yaşaması için bir enerji kaynağıdır. Böylece ittifakın tek ortak noktası her ne pahasına olursa olsun Erdoğan’ın mağlup edilmesi olmuştur ve bu da istenen oranda müşteri bulmamıştır.
Hele, muhtemel ikinci tura kalındığında, oylamada doğu ve güney doğu’dan rey alma niyetiyle kafa karştırıcı davranışlar ve beyanlar; bu ittifakı daha da güvenilmez yapmıştır.
Öte yandan, bizzat Cumhurbaşkanının, günümüz “düvel-i muazzama”sına karşı yürüttüğü siyâset de milletimizde müspet etki bırakmıştır. Cihan Devletimizi yüz sene evvel kaybetmiş bir milletiz. Ayrıca, o devletin de son iki yüz seneye yakın dönemi o zamanın büyüklerinin parçalama ve suretâ himâye siyasetiyle geçmiştir. Millî Mücadelede haysiyetli ve canhıraş bir mücadele verdik. İkinci Cihan savaşı sonuna kadar, dünyadaki kargaşayı iyi değerlendirdik ve Hatay meselesinin çözdük. Arada Kıbrıs gibi kısmî başarılarımız olsa da, yine müttefiklerimizin desteğini kaybetmemeyi hep ön planda tuttuk. Sovyetlerin çökmesiyle, müttefiklerimiz tekrar eski hesaplarına döndüler. Menfaatlerimiz çatıştı. Neticesi pek müessir olmasa da, “Dünya Beş’ten Büyüktür”le başlayan meydan okuyuşumuz, milletimizde geçmiş haşmetli günlerin tekrar geleceği ümidini doğurmuştur. Bu tavır, sadece içeride değil, sınırlı da olsa, islâm âleminde de heyecan uyandırmıştır. Mazlum islâm ülkelerinde seçim sonuçlarının meydana getirdiği sevinç ve coşku bunu teyit etmektedir.
Seçim’in galibi Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP lideri Bahçeli’dir. Cumhurbaşkanı ile ilgili sebepleri kısaca ifade ettik. MHP ise ciddî seçim faaliyeti bile yapmadığı halde, başarısının sebepleri üzerinde iyi düşünmek gerekir. Bence en başta gelen husus, ittifakın ortak hedefi olan bekâ meselesinin teminatı milletçe MHP olarak görülmektedir. İki önceki seçimde, MHP yöneticilerine yönelik kaset komplosundan itibaren her seçimde, milletimiz MHP’yi barajın az üzerinde bir oyla meclise mutlaka göndermektedir. Bunun bana göre başta gelen izahı; Türk Milleti, MHP’yi vatan ve millet bütünlüğünün ve devlet bekâsının teminatı olarak görmesidir. Burada, MHP kadrolarnın 1980 öncesi Türkiye’yi sovyetleştirme gayretlerine karşı verdiği samimi mücadelenin elbette önemli rolü vardır. MHP’nin temsil iddiasında bulunduğu milliyetçilik fikrinin hem Millî Mücadele’nin müdîr fikri olması ve böylece devletimizin cumhuriyet idaresiyle hayatını devam ettirmesindeki etkisi ve hem de yakın zaman önce, 1970’lerde, mâruz kalınan tehlikenin atlatılmasının da en önemli dayanağını teşkil etmesi henüz milletimizin maşerî vicdanında yaşamasıdır. Aynı zamanda bölücü kürtçülük hareketi karşısında en başından beri istikrarlı tavır alan da MHP’dir. Gerek l980 öncesi ve gerekse bölücü terör hareketlerindeki tutum ve tavrı; olaylar tarafından teyit edilmesi MHP’nin millî bekânın en önemli teminatı haline getirmiştir. Milletimiz sunu gayet iyi değerlendirmektedir ki, MHP tek başına bekâyı sağlayamaz ama, yokluğu bekâyı tehlikeye atar.
Ayrıca seksen milyonu aşan ve arkasında Türk dünyası bulunan Türkiye’nin gelecekteki haşmetini deMHP’nin amblemi temsil etmektedir. O yüzden MHP’den ayrılanların kurdukları İYİ Parti’nin büyük ümitler ve heyecanlar doğurmasına rağmen başarısızlığında amblemlerle ortaya konulan hedeflere milletimizin bakışı olarak değerlendimek gerekir. İyi Parti henüz Ertuğrul Oymağını temsil ederken, MHP onun ulaştığı en haşmetli döneminin temsilciği iddiasındadır. Evet, Kayı boyu bir aşireti Cihangir bir devlet haline getirmiştir. Buna kimsenin diyeceği yoktur. İmkân ve şartlar ve insanlığın ihtiyacı üç yüz sene önceden başlamaya mütehammil değildir.
Burada, bir hakkın teslimi gerekir. MHP’inin güvenilmezliği üzerine çokça söz edildi. Hattâ bazı Ak Parti yandaşlarının da seslendirdiği bu iddia seçimde tamamen çürütüldü. Milliyetçilerin ahdine vefa konusunda en hassas zümre olduğu bir kere daha görüldü. Bu netice, sadece parti disiplini ile açıklanamaz.
Bu seçimde bütün partilerin kullandığı ana fikir milliyetçiliktir. Türk milliyetçileri bu gerçeğin üzerinde iyi düşünmelidir. Geçmişte “milliyetçiliği ayakları altına aldığını” ifade etse de, zaman zaman muhafaza ve bekâ meselesini mihverine alan Türk Milliyetçiliğini bölücü Kürt milliyetçiliği” ile aynı oranda zararlı saydığını belirtse de Ak parti, bütün propagandasını milliyetçilik üzerine oturtmuştur Hava yollarından silah sanayiine bütün başarı hikâyeleri bu hissiyatı beslemek içindir. Afrin harekâtı Türk devletinin bekası ve vatanın bütünlüğü içindir. Kandil’in berhava edilmesi, millet ve vatan bütünlüğü içindir. Özellikle kampanya esnasında okunan şiirler, bizzat Cumhurbaşkanının oynadığı ve seslendirdiği klipler ve son iki reklam filmi, en yoğun milliyetçilik nümuneleridir. Kızılelma mefkûresinin de sıkça dile getirilmesini bu cümleden saymak gerekir. Hattâ Ak parti kadar milliyetçilik vurgusu “millet ittifakı”nda görülmemiştir. Ak partinin propagandasının temelini milliyetçiliğe dayandırması bir tercih değil, Türkiye ve dünya şartlarının iyi okunmasının sonucudur.
Şimdi seçim yapılmıştır. Yönetme sorumluluğu alanların yapacakları vardır. Ama, seçimin yönlendirici fikri milliyetçilik olduğuna göre, bu mefkûreye sahiplik iddiasında bulunan milliyetçilerin de sorumlulukları ve yapması gerekenler vardır.
Yönetme emanetini alanların ilk görevi; Türkiye’yi her vatandaşın, huzurla ve gelecekte güvenle yaşayabildiği bir ülke, Türk Devletini vatandaşı olmakla iftihar edilecek bir devlet hâline getirmektir. Bunun için, öncelikle seçimlerin demokratik sistemin tabii unsuru olarak düşünülmesini sağlamak gerekir. Geçen seçimde, bütün partilerce seçimlerin çok önemli olduğu vurgulanmıştır. Seçimler elbette önemlidir. Ama çok önemli olmak gibi özel bir vasfı yoktur. Bu çok önemli addediş; iştirakin, oturmuş ve sağlıklı demokratik sisteme sahip ülkelere nazaran çok yüksek oranda gerçekleşmesini sağlamıştır. Bunu milletimizin demokrasiye üstün derecede bağlılığı ile izah ederek müftehir olmak mümkündür. Fakat, gerçek öyle değildir. Vatandaşlarımız hangi siyâsî görüşte olursa olsun, hayat tarzının zorla değişmesini istemediği ve kazançlarını kaybetmemek endişesi ile sandığa gitmiştir. O halde önümüzdeki dönemde bütün siyâsî partiler ve özellikle yönetme gücünü elinde tutanlar, tabii gelişme ve değişmeler dışında değerler üzerinde bir çatışmaya meydan verilmeyeceğinin herkesçe idrak edilmesini temin etmelerini gerekir. Aksi halde, kaybettiğini düşünenler, geleceklerini bu ülkede görmemeye başlarlar. Bu ise, Türkiye’nin gelecek tasavvurlarını; 2023, 2053, 2071 hedef ve rüyalarını bir ham hayal haline getirir.
Seçim propaganda ve sonuçlarının ortaya koyduğu gibi madem ki, milliyetçiliğin milletimizde böyle canlı bir karşılığı var. O zaman milliyetçilere 21yüzyıl Türk milliyetçiliği anlayışını ortaya koymak vazifesi düşmez mi? Türk Yurdu Dergisi’nin neşri ve Türk Ocakları’nın kuruluşu ile başlayan müesseseleşmiş fikir hayatımızın geçmişi ile iftihar edelim. Seleflerimizin gayreti, milliyetçiliği bu seçimde görülen etkili seviyeye ulaştırmıştır. Ancak bugün hem dünya şartları çok değişmiştir. Hem de Türk- İslâm dünyasının şartları değişmiştir. Başlangıçta yegâne müstakil Türk-İslâm devleti Türkiye idi. Onu yaşatmak lâzımdı. Her türlü nâmüsait şartlara rağmen bu gerçekleştirilmiştir. Türk milliyetçiliği fikrinin meydana getirdiği enerji ile, mazlum milletlerini hayranlığını çeken bir Millî Mücadele sonunda, Cumhuriyet idaresi ile devlet devam etmektedir.
Ancak, bugün ne Türkiye, o Türkiye’dir; ne de Türk-İslâm dünyası o günkü noktadır. Elbette meseleler vardır ve belki de, çok daha fazladır. Ama fırsat ve imkânlar da o nispette artmıştır, şartlar da daha elverişlidir. İnsanın günlük hayatını kolaylaştıran, ona konfor ve rahatlık sağlayan Batı medeniyeti adaleti ve huzuru sağlayamamakta, aksine temsilcilerinin doymak bilmez iştihası, huzursuzluğun, kanın ve göz yaşının sebebi olmaktadır. İnsanlık bizden medeniyetimizin ihyâsını, huzur ve adaletin tesisini beklemektedir. Oğuz Kağan’ın gök kubbeyi otağının tavanı sayan anlayışı içinde cihanşumül bir milliyetçilik anlayışını ortaya koymak gibi bir mesuliyetimiz var.. Kızıl Elma’yı buna göre mânalandırmalıyız,
Seçimlerde milletin rağbet ettiği milliyetçilik anlayışını anlamak ve ifade etmek durumundayız.
Bir kere bu milliyetçilik anlayışı dışa dönüktür, cihanşümuldür, Frenkçe ifadesi ile “emperyaldir”. Böyle düşünmek, Prof. Dr. Osman Turan’ın klasikleşmiş eserinde ortaya koyduğu gibi, tarihimizin gereğidir. Zirâ, Türk Cihan Hâkimiyetinin “millî” ve “islâmî” esasları olduğu kadar “insanî” tarafı da vardır. Türk Ocakları da, daha kuruluş safhasında Ana Nizamnamesine “Türk Ocakları, Türklüğün saadet ve selâmetini beşeriyetin saadet ve selâmetinde görür” ibaresini koymak suretiyle, bu tarihî mirâsın tâkipçisi olduğunu otaya koymuştur.
Ayni şekilde, yine Türk Ocakları, 2. Yüzyıla girerken 5-6 Haziran 2012 yaptığı istişâri toplantı sonunda yayınladığı bildiride de, hem günümüz şartlarını değerlendirmesi yapılmış ve hem de gelecek hedefini ve çalışma esaslarını ifade eden şu husus, bütün milliyetçilerin dikkat nazarına sunmuştur:
“Türklüğün 21. yüzyılda, yeniden cihanşümul iddia sahibi olmasının yolu, bölünmek ve küçülmekten, içine kapanmaktan, savunmacı anlayıştan değil; büyümekten, asrın idrakine yeni bir medeniyet iddiası sunmaktan geçer. 21. yüzyıl, bütün dünya için olduğu gibi ülkemiz ve milletimiz için de hem büyük fırsatları hem de büyük tehditleri barındırmaktadır. Türk milleti, geçmişinden aldığı güçle ve aynı zamanda günün şart ve imkânlarını iyi tahlil etmek ve enerjisini, geleceği inşa etmeye hasretmek suretiyle tarihî görevini, 21. yüzyılda daha âdil, insanî, demokratik ve müreffeh bir dünya nizamının kurulmasına katkı sağlayan bir dünya gücü olma yönünde ihya etmelidir.”
Bugünkü dünyada, ülkelerin büyüklüğü coğrafyaları ile değil, iktisâdî, siyâsî, kültür ve medeniyet bakımından etki alanlarının genişliği ile bağlantılıdır. Türkiye’de bir yandan Türk Dünyası ile, diğer yandan İslâm Coğrafyası ile alâkalarını artıracak tarihî coğrafyası ile bağlarını kuvvetlendirecek, mazlum milletlere ümit ve rehber olmaya çalışacaktır. Tarih boyunca etkili ülkeler, etki alanlarını askerî güçleri ile muhafaza etmişler, fakat esas itibariyle temsil ettikleri manevî değerlerle tesirlerini sürekli kılmışlardır. Demokrasi, insan hakları, iktisâdi liberalizm, temel hak ve hürriyetlerin korunması, adaletin tesisi gibi değerler, bu zamana kadar beyaz batılıların insanlığa hediyesi gibi gösterilmiş, teknolojinin sağladığı konforla da, bu ülkeler her halleriyle taklit edilmiştir. Ne var ki, bu değerlerin bütün insanlığın saadet ve huzuru için getirildiği iddia edilse de, dünyanın fiili manzarası bunun aksini göstermektedir.
Ayrıca, dünyada Batı ve Amerika dışında yeni yeni güç merkezleri ortaya çıkmaktadır: Rusya ve Çin gibi…
Rusya geçen yüzyılın ikinci yarısında, sosyalizmi bir değer olarak öne çıkararak cihanşümul bir güç olma gayretine girmiştir. Hem, sosyalizmin vahşi kapitalizmin günahlarını çıkarmak için yine Batı Medeniyeti merkezli olması ve hem de, insanlığa ümit olmak bir yana Rusya’da bile iflas etmesi; Rusya’nın insanlığa bir değerler sunması imkânını ortadan kaldırmıştır. O ancak, Batının kendi iç çekişmeleri içinde bir yer işgal edebilir.
Çin’e gelince, komünist sistem içinde kapitalist ekonominin imkânlarından istifade ederek büyük bir iktisâdî güç haline gelmektedir. İpek Yolu’nun karadan v e denizden canlandırarak bütün dünya pazarlarına girme gayretindedir. Bu hususta, şimdiden büyük mesafe kat etmiştir. Ancak, Çin’in tarihî ve kültürel varlığı insanlığa yeni değerler sunma imkânını vermemektedir. O halde görünürdeki büyüme istidadına rağmen, Çin’in de, insanlığı iktisaden sömürme dışında, yapabileceği bir şey yoktur.
Buna karşılık, bir Çin projesi olmakla beraber, kara “İpek Yolu” bütünüyle Türk Coğrafyasından geçmektedir, yani Türk Dünyası’nı bir birbirine bağlamaktadır. Bu imkân ise, öncelikle Türk Dünyası’nı Gaspıralı’nın ifade ettiği şekilde “Dilde, Fikirde, İşte” birleştirecektir. En önemlisi 21. Yüzyıla farklı tecrübelerle gelen Türk Dünya’sını yeniden medeniyetin ihyâ ve inşâ edicisi hâline getirecektir. Yâni İpek Yolu, bir ticaret yolu olmaktan öte, bir medeniyet ihyasına, kültürlerin etkileşmesine ve yeni sentezlerin meydana gelmesine vesile olma fırsatını taşımaktadır.
Cumhuriyetin 10. Yılında Atatürk’ün “Türklüğün yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğması” arzusu, şartlar iyi değerlendirilirse emelden hakikate dönüşecektir.
O halde milliyetçiler, bir taraftan milletimizin başarı hikâyelerini yeniden yazacaklar, diğer taraftan da, medeniyetimizi bir kurtuluş olarak insanlığın önüne koyacaklar. Aslında, bizim insanlık ve medeniyet anlayışımızı anlatacak çok hikâyelerimiz vardır.
1952’de Birleşmiş milletler gücü içinde, Kore’ye askerî birlik gönderdik. Mesuliyet alanı askerlikle sınırlı olmasına rağmen, bizim birliğimiz kendisine emanet edilen alandaki kimsesiz çocukları topladı. Birlik içinde bir barakayı da okul haline getirdi ve onların eğitimlerine devamı sağladı, kendi tayınlarından iaşe ve ibatelerini temin etti. Sadece Türk Birliği’nin kendine görev saydığı bu durumdan 147 çocuk istifade etti. “Ayla” filmiyle de bunlardın birinin hikâyesini Türkiye 66 sene sonra öğrendi.
Yugoslavya iç savasından sonra Bosna-Hersek’e de Tük Birliği gitti. Zenitsa şehrinde görev yapan bu birlik de, görev bölgesinde; asayişin sağlanmasının dışında, hastaların tedavisini, yoksullara yardımı, cami, yol, çeşme vb. eserlerin tamirini, hattâ öğrencilere dil öğretimini de ilgi alanı içinde kabul etti. Kendi aralarında temin ettikleri imkânlar ile, bu hizmetleri başarıyla yürüttüler. Bunlardan birini de, yaşlı teyzeye yardım hikâyesini de, Tufan Gündüz Hoca televizyonda anlattı. Yayını müteakip, hikâyenin videosu, aylarca sosyal medyada iftihar ve göz yaşı ile tâkip edildi.
Suriye’ye yaptığımız iki harekâttan, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtlarından sonra, hayatı yeniden tanzim edişimiz ve kurduğumuz düzen bütün dünyanın hayranlığını çekmiştir.
Bunlar, sadece tarihte değil, günümüzde de insanların saadet ve huzurunu esas alan bir zihniyetin ve elbette o zihniyetle inşa edilen bir medeniyetin sahibi olduğumuzu ortaya koyan küçük örneklerdir. Burada, TİKA, Kızılay ve sair sivil toplum teşkilâtları tarafından başarıyla yürütülen yardım faaliyetlerini saymadık.
Eğer, geçen yüzyılın sonunda çokça ifade etiğimiz gibi, 21 yüzyıl Türk Asrı olacaksa, bu ancak medeniyet temsilciliği ile mümkündür.
Başarıyı öne çıkaralım demek, tehlikeleri, sıkıntıları, meseleleri örtbas edelim demek değildir. Atasözümüzün ifade ettiği gibi “su uyur, düşman uyumaz”. Dünyada da sadece biz yokuz veya bize “buyurun önden gidin” demeyeceklerdir. Ama sadece sıkıntıları öne çıkarmak ne millete büyük heyecan vermekte, ne sıkıntıların geçmesini sağlamaktadır. Hem tehlikeleri işaret edeceğiz, hem de gelecekteki büyük başarının imkân dahilinde olacağını ifade edeceğiz.
Seçimlerde takdir edilen milliyetçilik, böyle müspet bir milliyetçiliktir.