Bakü Azerbaycan Devlet Pedagoji Üniversitesi bünyesinde teşekkül ettirilen Türk Araştırmaları Merkezi açılış töreni vesilesi ile "Globalleşen Dünyada Beynelmilel Ana Dili Günü ve Ortak Türk Dilinin Aktüel Problemleri" başlıklı toplantıda İstanbul Türk Ocağı Şube başkanımız Dr. Cezmi Bayram bir konuşma yaptı
Cezmi Bayram
Türk Ocakları'nın kuruluşundan itibaren hassasiyetle uygulamaya calıştığı umdesi "fırka siyâseti dışında kalmak"tır. Ancak bu söylenmesi ve ifadesi kolay; uygulaması son derecede zordur. Zira, sadece Ocaklıların bu ilkeye sadakatle ve titizlikle uyma gayretleri yetmez. Partilerin de buna saygı göstermeleri ve sivil toplum kuruluşlarının bu hassasiyetini varlıklarının tabii gereği saymaları, hattâ bunun önemli ve zarûri olduğunu kabul etmeleri gerekir. Bu umdeyi, bazen Ocaklıların da yanlış ifade etiği gibi "Ocak partiler üstüdür" şeklinde söylemek de doğru değildir. Belki, "Ocak partiler dışındadır, partilerden bağımsızdır"şeklinde anlamak daha doğrudur.
Öyle zannediyorum ki, ABD'deki Başkanlık seçimleri, son yapılan kadar hem ABD ve hem de dünya kamuoyunu bu ölçüde meşgul etmemiştir. Zira, ABD kuralların uygulandığı, Başkan dahil herkesin yetki ve sorumluluklarını zorlamadığı, her şeyin sistemleştirildiği, gelenekleşmeye önem veren ve bunu kurucu ilkeleri göz önünde bulundurarak geliştiren ve bu yönleriyle dünyaya örneklik iddiası taşıyan bir ülke idi. Bir yandan dünyanın en zengin, en ileri teknolojilerine sahip, hayalleri ve rüyaları olanlara, bunları gerçekleştirme imkânları sunması sebebiyle, bütün büyük beyinleri kendine çeken ve bunların başarılarıyla da kendini daha da büyüten ve geliştiren devleti idi ve dünya lideri iddiası taşıyordu. Bu vasıflarıyla, içeride ne kadar kurallara bağlı ise, dışarıda da o kadar kural tanımaz, ülkeleri istikrarsızlaştırmak için her yolu mübah sayıyordu. Görünüşte demokrasiyi yaygınlaştırmak ve ylerleştirmek hususunda yardımcı olmaya çalışıyor ve fakat her türlü anti demokratik uygulamayı mübah görüyordu. Bir çok ülke gibi Türkiye de bu hoyratlıktan nasibi defalarca almıştır.
Dr. Cezmi Bayram
2020 yılı büyük salgınla bütün dünyayı etkiesi altına aldı. Bir çok hayatın bonlanmasına sebep oldu. Evet, inanıyoruz ki, ölüm dünyanın en büyük gerçeğidir ve ecel her canlı için kaçınılmazdır. "Kırk kapılı kaleye saklanılsa, ölüm orada bizi bulur". Ancak bazı ölümleri kabullenmek zor oluyor. İnsanın iradesi felç oluyor ve muhakemesine ve davranışlarına hâkim olamıyor.
Başkanımız Dr. Cezmi Bayram, Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarında sivil halka karşı düzenlenen saldırının ardından, sivil toplum kuruluşlarının da katılıdığı "Karabağ Azerbaycan Toprağıdır" toplantısında Türk ve Dünya kamuoyuna açıklamalarda bulundu.
"Ermenistan Saldırganlığının Sebebi için Tarihe Bakılmadır"
Başkanımız, Ermenistan'ın Karabağ işgalinin nedenlerine bakmak için geriye dönerek tarih içerisinde Ermenilerin 1918 senesinden beri özellikle nüfusun büyük çoğunluğu Türk olan eski Revan hanlığının topraklarında Rusya, ABD ve İngilizlerin desteğiyle bölgede ilk kez bir Ermeni devleti kurulduktan sonra Ermenilerin bu tarihten itibaren nasıl şımartıldığını ve onlara ne tür katkıların sunulduğunu görmenin yeterli olduğunu söyledi. Böylece Ermenilerin sürekli olarak Azerbaycan topraklarını işgal cesaretini nereden aldığını belirtti.
Cezmi Bayram’ın Bir Masalın Tahlili alt başlığıyla ele aldığı Köy Enstitüleri meselesi iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde belgeler, Meclis zabıtları, dönemin siyasetçi ve bürokratlarının mesele hakkındaki değerlendirmeleri ve neticesinde yazarın Köy Enstitüleriyle ilgili şahsî görüşleri yer almakta olup; ikinci bölümde ise iki edebiyat ve fikir adamının -Kemal Tahir ve Şevket Süreyya Aydemir’in- romanlarının tahlili ve onların bu mevzudaki görüşleri bulunmaktadır. Yazar Köy Enstitüleriyle alakalı görüşlerini ve tenkidini şu cümlelerle aktarır:
Artık, değil köy için insan yetiştirmek, ülke şartlarına göre dahi eğitim yapmak hedef değildir. Yarış dünya ölçüsündedir. Buna rağmen hâlâ, köy çocuğunu köyden alıp köy şartlarında yetiştirerek yine 20 yıl köyde yaşamaya mahkûm eden bir anlayışın methiyesi yapılabilmektedir. Daha önemlisi, devrinin şartları içinde dahi uygulanmasının birçok sıkıntılara sebep olduğu görüldüğü hâlde, büyük ve başarılı bir eğitim hamlesinin iç ve dış çıkar çevreleri tarafından baltalandığı düşüncesi ilmî bir hakikat gibi tekrar edilmektedir.
Başka hiçbir eğitim kurumu, bin yıl var olan medreseler dahil, bu ölçüde ve değişen şartlara rağmen, ısrarla gündemde tutulmamış ve tartışma konusu yapılmamıştır. Çünkü, diğer bütün öğretim müesseseleri ilim, akıl ve ahlâk ölçüleri içinde ele alınmakta; müspet ve menfi tarafları, üstünlükleri ve zaafları ile tahlil edilmektedir. Halbuki, Köy Enstitüleri ise bir aşk, bir sevda meselesi gibi taraftarlarınca mütalaa edilmekte, dolayısıyla burada akıl, ilim gibi ölçüler dikkatten uzak tutulmaktadır. O hâlde, bunun sebebi sadece faydalı bir kurumun ortadan kaldırılmasına duyulan tepki olamaz
Dr. Cezmi BAYRAM
Türk Ocaklarının kuruluşunun 108. yılında ve tekrar faaliyete başladığı 1986 yılından bu yana geçen 34 senenin ardından böyle bir soru abes midir? Yoksa bu son 34 yıl boyunca mesuliyet yüklenmiş, Ocak’ın son altmış senelik faaliyetlerini takip etmiş, Ankara Ocağı Başkanlığı dâhil, 50 yıldır görev yapmış birisi olarak hâlimizi göz önüne almak ve değerlendirmek için ortaya atılmış tahrik edici bir sual midir? Kuruluş yıllarını ilmî tetkikler ve dönemi yaşayanların hatıralarından takip eden bizler için geçmişle yapılan mukayeseler, günümüzdeki münevverlerin, iş çevrelerinin, devlet ricalinin ve hedef kitle olarak gençlerin alakası noktasında yapılan mukayeseler, düne nazaran iman, heyecan, milliyetçilerin birbirlerine ve millet fertlerine karşı gösterdiği sevgi eksikliği, başlıktaki soruyu haklı olarak akla getirmektedir. Ancak, Türk Ocağının kurulduğu yıllardan günümüze değişen şartların bir değerlendirmesi ve mukayesesini yapmadan evvel, şahsi kanaatimi peşinen ifade etmeliyim ki, bugün aynen başlangıçta olduğu gibi hem Türk Ocaklarına hem de onun temsil ettiği Türk milliyetçiliği fikrine ve faaliyet üslubuna aynı şiddette ihtiyaç vardır. Bu ihtiyacın mahiyet ve önemini anlamak bakımından hem 1912 yılındaki şartları hem de tamamen siyasi sebeplerle 1931 yılında kapanmaya zorlandıktan sonra, 1949 yılında tekrar kurulurken ortaya konan hedefleri ve şartları iyi tahlil etmek ve buradan günümüze gelerek nelerin ihmal edildiği veya nelerin nazarı dikkate alınması gerektiği hususları üzerinde kısaca durmak gerekmektedir. Türk Ocaklarının Kuruluş Şartları O zamanki devletimiz, Devlet-i Aliyye, Avrupa devletleri karşısında mağlubiyetleri aldıkça ve Fransız İhtilali’nin neticesi, yabancı devletlerin de tahrikiyle, düne kadar malı, canı, ırzı, dini ve dili devletin koruması altında olan gayr-ı Türk unsurlar isyanlara başlamış; buna 20. yüzyılın başlarında Türk olmayan Müslümanların kıpırdanması da eklenmiştir. Uzun yıllar erkeklerini savaşta kaybeden Türkler, ziraatta vesair mesleklerde gerilemiş; kısaca gayrimüslimler zenginleşirken Müslüman Türkler fakirleşmiştir. Devletin devamını, vatanın bütünlüğünü temin için devrin münevverleri çeşitli fikirler geliştirerek çareler aramaya başlanmışlardır. İslamcılık ve Garpçılık fikirleri etrafında zengin bir düşünce faaliyeti ortaya çıkmıştır. Maarif, iktisat alanlarında ve hukuk sahasında gelişmeler temenni edilmiş olmakla beraber esas mesaiyi siyasi düzenlemeler almıştır. Önce, devletin kuruluş felsefesinden vazgeçilmiş; kurucu millet ve zimmî anlayışı yerine eşit vatandaşlık getirilmiştir. Bu, zaten birtakım imtiyazlara sahip azınlığı daha güçlendirmiş; fakat devleti sahipsiz bırakmıştır. Aynı şekilde Hakan’ın yetkileri sınırlandırılırsa yani meşrutiyet ilan edilirse her şeyin yoluna gireceği ümit edilmiştir. Nihayet, 1908’de ikinci defa Meşrutiyet ilan edilmiş; hürriyet, adalet, uhuvvet, müsavat ilkelerini şiar edinen İttihat-Terakki Yönetimi başlamıştır.