Casusluk suçlamasıyla yargılanan bir “rahip”in tahliye edilmemesi üzerine, ABD Başkanı Trump ile yardımcısı Pence'in Türkiye'ye yönelik dayatmacı beyanları ve ardından ilan edilen yaptırımlar, özellikle Suriye'de PKK ve uzantılarına sağladıkları destek ve 15 Temmuz darbe girişimi ile birlikte ele alındığında, sözde müttefikin ülkemize açıkça savaş açtığı ortadadır. ABD'nin kâh vekâlet savaşı kâh darbe ve kumpaslar ile yürüttüğü savaş, şimdi ekonomik savaşa dönüşmüştür. ABD, küstah ve buyurgan bir tavırla Türkiye'yi "terbiye" edeceğini zannetmektedir. Maalesef 15 Temmuz'a rağmen içeride anlamlı ve mümkün olan en geniş uzlaşmayı sağlayamadığımızı gören küresel güç odakları, bu zaafımızdan yararlanmaya çalışmaktadır.
Türk Ocakları olarak, Türkiye anayasa değişikliği sürecine girmeden önce ısrarla "Türkiye'nin Tek Gündemi Beka Meselesidir" diye yazdık. Maalesef buna odaklanmak yerine sistem, seçim tartışmasına girdik. İnşallah artık siyasilerimiz, hadise vahamet kesp etmeden, topyekûn millî mücadele ruhuna uygun hareket eder.
Çok kullandığımız "beka" kavramını doğru anlamalıyız: Ekonomi kötüye gidiyor; borçlanma, üstesinden gelinemeyecek raddelere ulaşıyorsa bağımsızlığımız tehdit altına girer. Eğitim sisteminiz ruh ve istikametten mahrumsa istikbal kararır. Manevi değerlerin içi boşalırsa kimliksiz bir güruh oluruz. Bunların hepsi beka meselesinin hayati boyutlarıdır.
Dış odakların bizi kendi çıkarları için sıkıştırması, şartlar olgunlaşırsa da zayıflatmaya çalışması olağandır. Bize düşen, bundan şikâyet etmek değil; kendi aklımız ile meselelerimizi çözmek ve iç bünyeyi güçlendirmek; ortak değerler temelinde, üretimi ve yaratıcı düşünceyi teşvik etmektir.
Millet olarak kendimize şunu sormalıyız: 15 Temmuz musibetinden gereği gibi ders çıkardık mı? Hâlâ liyakat mi sadakat mi tartışması yapıyorsak cevap, maalesef “hayır”dır. Liyakat, aynı zamanda “sadakat”, yani “doğruluk”, “dostluk” ve “vefa” demektir. Ama “sadakat”ten, körü körüne itaati anlarsak işimiz gerçekten zordur.
15 Temmuz darbe girişiminden sonra casusluk ve terör örgütlerine yardım suçlamasıyla tutuklanan Amerikan vatandaşı Rahip Andrew Brunson’ın ev hapsi şartıyla tahliye edilmesi üzerine ABD-Türkiye ilişkilerinin daha da yumuşaması beklenirken, 26 Temmuz 2018’de önce Başkan yardımcısı Pence, sonra da Başkan Trump, Brunson serbest bırakılana kadar Türkiye’ye yaptırım uygulanacağı şeklinde açıklama yaptı.
Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri (Cumhurbaşkanı Yardımcısı, Sözcüsü ve Dışişleri Bakanı) bu tehditlerin kabul edilemeyeceğini ifade eden açıklama yaptı. Dün ise ABD yetkili makamları, yine Brunson vakasını bahane ederek İçişleri ve Adalet Bakanlarımız hakkında yaptırım uygulayacaklarını açıkladılar. Burada hedefte, adı geçen bakanların değil doğrudan doğruya Türkiye Cumhuriyeti Devletinin olduğu aşikârdır. Yargısız infazlarıyla kötü nam salmış, Türkiye’deki alçak 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminin arkasında olduğu açık olan bir devletin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne hukuk dersi vermeye kalkışması ve hele hele emirler yağdırması, tehditler savurması had bilmezlik ve küstahlıktır. ABD bugün dünyanın bir numaralı askerî veya ekonomik gücü sayabilir ama binlerce yıllık bir tarihe ve medeniyete sahip büyük Türk Milleti’ne saygısızlık edemez.
Türkiye tarihî bir kavşaktadır. Bu dönemeçte, ABD’nin tahakkümünden çıkalım derken Rusya’nın ve Çin’in kontrolüne girmek riskini de göz ardı edemeyiz. Türkiye, bu coğrafyada “bağımsız bir bölge gücü” olarak çok-yönlü ilişkilerini oturtmanın yollarını bulmalıdır. Tarih ve coğrafya bizi Türkistan, Kafkaslar, “Ortadoğu” olarak adlandırılan merkezi İslam dünyası ile Balkanların kavşağına yerleştirmiştir.
Program ve bildiri özetlerini indirmek için tıklayın
Türk Ocakları İstanbul Şubesi’nin İstanbul Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Güney
Kore Keimyung Üniversitesi İpek Yolu ve Orta Asya Merkezi ile işbirliği ile düzenlendiği “Uluslararası
İpek Yolu Sempozyumu:Türkiye ile Kore Arasında Uygarlıkların Etkileşimi”,2-3Temmuz 2018
tarihlerinde Türk ve Güney Kore ilim adamlarının katılımları ve bildiri sunumlarıyla İstanbul
Üniversitesinin ev sahipliğinde gerçekleşti.
İstanbul Üniversitesi Rektörlük Binası Doktora Salonu’nda Saygı Duruşu, İstiklal Marşı ve Kore
Milli Marşı’nın okunması ile başlayan sempozyumun açılış konuşmaları İstanbul Üniversitesi Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Fikret Turan, Türk Ocakları İstanbul Şube Başkanı Dr. Cezmi
Bayram, Keimyung Üniversitesi İpek Yolu ve Orta Asya Merkezi Müdürü Prof. Dr. Joong Hee Lee ve
Güney Kore İstanbul Başkonsolos yardımcısı Byung Joon Mun tarafından gerçekleştirildi.
Sempozyumun açılış bildirisi İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mahmut Ak tarafından sunuldu.
İstanbul Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Fikret Turan,“Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü olarak Keimyung Üniversitesi ve Türk Ocağı İstanbul Merkezi ile birlikte
hazırladığımız İpek Yolu Sempozyumu’nda, İpek Yolu’nun geçtiği şehirlere ve ülkelere etkisini, dünya
ticareti için önemini tartışacağız. Bu sempozyumun ekonomi, uluslararası ilişkiler ve tarihe büyük bir
katkı sunacağına ve kültürel etkileşimlerin her zamankinden daha hızlı yaşandığı günümüze yeni
ufuklar kazandıracağına inanıyoruz. Ayrıca bu sempozyum, Türkiye-Kore ilişkilerine büyük bir katkı
sağlayacaktır.” şeklinde sempozyumun düzenlenme amacını açıklamıştır.
Türk Ocakları İstanbul Şubesi Başkanı Dr. Cezmi Bayram ise “Kore, bizim milletimizin
hatırasında önemli ve güzel yeri olan bir ülkedir. Sempozyumun taraflarından birinin Kore olması bu
açıdan önem taşımaktadır” diyerek sözlerine başladı. Dr. Bayram, Milli Mücadele’den sonra Türk
askerlerinin ilk defa 1950-1953 yılları arasında Kore halkı için savaştığını, hatta Kurtuluş Savaşı’ndan
sonra Türkiye’nin ilk kez Kore’de şehit ve gazi verdiğini hatırlatmıştır. Türk-Kore ilişkilerine sadece
Türkiye tarafından değil Kore tarafından da bakılması gerektiğini vurgulayan Bayram,“Kore ile ilgili
hatıralar, Türk halkının zihninde önemli bir yer işgal etmiştir. Kore hatıralarının bir de Kore tarafı var.
Oralarda da güzel intibalar olduğunu biliyoruz. Bundan birkaç yıl önce tanıdığım bir Koreli, Kore’de
savaşan Türk askerleri ile ilgili hatıralarını anlatarak, “Kore kanunları uygun olsa Türk vatandaşı
olurdum” dedi. Bu müşterek hatıralar, Kore ile ilişkilerimizi kolaylaştıran, zenginleştiren hususlardır.
Çatışma, savaş ve gözyaşının olduğu bir dünyada, yeni bir medeniyet tasavvuru oluşturma konusunda
kendimizi sorumlu hissediyoruz. İpek yolu böyle bir medeniyetin ortaya çıkmasını sağlayacak iş
birliğinin önemli bir unsuru, önemli bir zeminidir. Bu bölgedeki insanlar, İpek Yolu projesi
24 Haziran 2018 tarihinde yapılan seçimlerden sonra Cumhurbaşkanı olarak seçilen Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Yeni Hükûmet Sistemi çerçevesinde kurduğu Bakanlar Kurulu’nun üyelerini kutlamak ve Türk milletine hayırlı hizmetlerde bulunmalarını temenni etmek için yayımladığımız açıklama üzerine, İyi Parti milletvekili Sayın Ümit Özdağ, sosyal medyada yayımladığı bir mesajda, “Türk Ocakları Türkiye Cumhuriyetini kuran fikrin ve kadronun merkeziydi. Bunu unutarak Erdoğan’ı tebrik etmek, Türk Ocağı ruhunu terk etmektir. Türk Ocakları tekrar Türk olana kadar Türk Ocakları’ndan istifa ediyorum.” demektedir.
Ülkemiz ve çevremizde meydana gelen hadiseler, haklı olarak gündemimizi o kadar işgal ediyor ki, bırakalım dünyayı, kardeşlerimizin yaşadığı Türkistan coğrafyasında ne olup bittiğini bile takip edemez hâle geldik. 2014’te işgal edilen, bilahare Rusya’ya bağlanan Kırım’dan her gün gözaltılar, kayıplar ve işkencelere dair haberler geliyor. Irak’ta yapılan seçimlerde Barzani taraftarlarının Kerkük’te elektronik sayım yoluyla yaptığı hilelere günlerdir tepki gösteren Türkmenlerin feryadı, buralarda pek dikkati çekmiyor. Balkanlarda Türklüğe karşı alttan alta yürütülen faaliyetlerden de pek haberimiz olmuyor.
Geçtiğimiz günlerde ABD’nin, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması akabinde burada elçiliğini açması üzerine, Kudüs’te ve bütün olarak Filistin’de haklı olarak tepkiler yükseldi. Siyonist İsrail hükûmeti, gösterilere karşı orantısızlık kelimesiyle bile ifade edilemeyecek vahşi bir katliamla cevap verdi. Bu vahşete ve Kudüs’ün statüsünün bu şekilde değiştirilmek istenmesine karşı, milletimizin büyük çoğunluğu haklı olarak tepkisini ortaya koydu. İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Birliği gibi yapıların toplantılarından şiddetli kınamanın dışında, bir takım yaptırımlara ilişkin tavsiye kararları çıktı. Mamafih, bunların uygulanacağına dair fazlaca bir beklenti olmadığı da açıktır. Çünkü mesele, İslam dünyasının sadece birlikten yoksun oluşu değil aynı zamanda iktisadi ve askerî açılardan caydırıcı bir güç olamayışıdır. Petrol konusu akla gelebilirse de siyasi bağımsızlığını büyük ölçüde yitirmiş bazı “devlet”lerle Irak ve Libya gibi iç savaş ve parçalanma girişimlerine maruz bırakılan ülkelerin tecrübeleri, artık Arapların elinde petrolün de bir koz olamadığını gösteriyor.